Ferrante'ye Kapılmak

Aslında bu hikaye şöyle başladı;

   Gergedan kitabevinde Sumruyla çocuk kitaplarımızı almış kasada ödeme yaparken, kasanın yanında minicik ek bir rafta Ferrante’nin “Kumsalda” adlı kitabını gördüm, elime alıp o kısa süreli inceleme anında '-bu nasıl bir çocuk kitabı ki bu kadar karanlık resimlerle dolu!' diye düşünmeden edemedim ve kitabı satın aldım. Eve gelip okumaya başlayınca '-bu kesinlikle bi çocuk kitabı olamaz!' diye düşündüm. Dili, görselleri o kadar sertti ki hatta bazı yerlerde anlam karmaşası yaşıyordum, bi bağlantı hatası vardı benim için. Yok ben bu kitabı anlayamıyorum galiba dedim ama içim içime sığmıyordu kitap aklımdan çıkmıyordu bir türlü. Ertesi gün bir daha okudum sonra bir kez daha… Kitabı sevmeye başladım. Sonra '-neden bi çocuk okuyamasın ki?' diye düşünmeye başladım. Çocukların görüp, duyup, yaşadıklarının yanında (çocukken yaşadıklarımızı da göz önüne alarak) hiç bir korkunçluğu kalmıyordu sözlerinin ne de görsellerinin. Okurken içinizde öfke, sevgi, zarar verme isteği, bağışlama duygularını harekete geçiriyordu kitap. Bu kadar bahsetmişken “Kumsalda” dan söz edeyim bari ;) Bu yazının asıl amacı o olmasada.

    Mati adında beş yaşında bir kızın oyuncağı Celina’nın hikayesi bu. Bir unutuluş hikayesi.

 Mati, plajda annesi ağabeyi ve konuşan oyuncak bebeği Celina ile oyun oynarken, babaları elinde minik bir kedi yavrusuyla onları almaya geliyor. Mati, bu sevimli yeni arkadaşı bulunca diğerini unutuyor. Eski arkadaşı satıyor tabiri caizse. Kediye Minu adını veriyor. Bizim oyuncak Celina da bu yeni arkadaşı kıskanıyor haliyle. E canlı bir arkadaş kedi Minu sevimli, yumuşacık, kıpır kıpır. Mati kendini kedinin çekiciliğine öyle kaptırıyor ki eve giderken Celinayı kumsalda unutuyor ve asıl hikaye başlıyor. 

   Kumsalın bekçisi güneş batıp herkes evlerine gitmeye başlayınca etrafı temizliyor. Para altın ya da kıymeti bir şey bulma derdinde ama bula bula oyuncak bir bebek, kalem, plastik bir denizatı ve pet şişlerden başka bi şey bulamıyor ve öfkeleniyor. Hikayenin gerisi biraz sarsıyor insanı, allak bullak ediyor. 

      

   Celina’nın korkusunu ifade ederken kurduğu şu cümle çok can alıcı;

“Mati varken herhangi bir şeye, herhangi bir hayvana yönelmem yetiyordu; bana açık seçik anlaşılır yanıtlar veriyorlardı. eğer insanlar, kötü hayvanlar ve nesneler ters davranırlarsa hemen iki çığlık atıyorduk ve kesiyorlardı. erkekler bizi dövmek, öpmek, donumuzu görmek, ayakta durup pipilerini çıkarıp çiş yapmak isterlerse bile sonunda hep biz kazanıyorduk."

   Bu cümle müstear ismi Ferrante olan  yazarın  çocukluğunun kanıtı bence çocukluğumuzun kanıtı. Kadın erkek eşitsizliğinin kanıtı. Daha beş yaşında başlayan cinsel tacizin, gücün arkasına sığınan erkeğin ve  kadının pasifize edilmek istenmesinin kanıtı. İlk okuma kitabı olamaz belki ama 9-10 yaşlarında bir çocuk okuyabilir kanaatimce.



    Dönelim asal konumuza; 'Kumsalda Bir Gece' hakkında insanlar ne düşünmüş diye araştırırken, Ferrante'nin ünlü Napoli romanlarının yazarı olduğunu ve son kitabıyla Kumsalda'nın bir bağlantısı olduğunu okuyorum. Yazarın 'Kayıp Kızın Hikayesi' adlı kitabını okumalıyım diye bir yorum yazıyorum ve bu yorumumu gören ‘benim sevgi dolu caaaaaaanım arkadaşım’ Esra kitapların onda olduğunu, ödünç verebileceğini söylüyor ve hemen ertesi gün Ankara'dan gönderiyor sağolsun. Elime alır almaz yapışıyorum kitaba. Her an okumak istiyorum. Hatta öyle ki, adaya gidip kendimi Aya Nikola'nın turkuaz odasına kapatıp sadece kitapları okumanın hayalini kuruyorum. Romanın baş kahramanı Lenu’nun tabiriyle 

"Deniz anası gibi kitabımda eriyip gitmek istiyordum."

   'Benim Olağan Üstü Akıllı Arkadaşım’; Lenu ve Lina adlı iki kız arkadaşın çocukluktan genç kızlığa geçerken yaşadıkları sevgi, kıskançlık, cesaret, korku ve rekabetlerini konu ediniyor. Kendimi 3 kişilik bir arkadaş grubunda 3. kişi olarak hissediyorum zaman zaman. Lenu anlatıyor, bir ona hak veriyorum bir diğerine ama hiç bir zaman aralarına giremiyorum ;)

   Okuyucuların çoğu Elena Ferrante'nin kendi gerçek öyküsünü yazdığını düşünüyor. Neden olmasın? Ben, Lina olup Lenu’nun ağzından da anlatmış olabilir mi acaba? diye de düşünüyorum… 

    Kadınlar için o kadar gerçek bir hikaye ki böyle düşünmemek elde değil. Hepimizin ya da çoğumuzun hayatında böyle arkadaşlıklar olmuştur, devam etmiştir etmemiştir bilinmez ama illaki birileri gelmiştir. Başarısını buna bağlıyorum. Dürüstçe, cesurca en ince ayrıntısına kadar tüm içtenliğiyle ve çok yalın bir dille anlatıyor Lenu bize Lina'ya olan hislerini. O kadar ki Lina'ya bile anlatmadığı şeyleri anlatıyor okuyucusuna. Belki de Lina'dan bu şekilde alıyor hıncını, bizi de onurlandırıyor ve kendine bağlıyor böylelikle.

  Çok kolay pembe dizi olabilcek bir hikayeyi öyle sınırlarda gezdiriyor ki, edebi bir metin okuduğunuzu unutturmuyor size.

  İtalya'nın güneyinde bir mahallede büyümekle Türkiye'nin herhangi bir yerinde bir mahallede büyümek arasında çok büyük farklar olmadığını görüyorsunuz. 
 Siyaset, Edebiyat, Sokak, Aşk, Ölüm…. her şey var bu romanda… Tam tetimatıyla ;)



Yorumlar